İnsan yaradılışı gereği kendisinden daha ulu bir güce sığınmak ve tapmak eğilimindedir. Tarihe baktığımızda görmekteyiz ki, Hz Adem’den günümüze dek çok sayıda, güçlü ve iktidarlı lider gelmiş geçmiş ve fakat dönemine bağlı olarak mutlak surette bir yaratana tapınmak ihtiyacını onlarda hissetmişlerdir. İnsanın en büyük zaafıdır ulu bir güce kendini yakın hissetmek! Çünkü her yaratılan, yaratanı indinde kıymetli ve tektir. Zira yaratanı tektir. İşte bu tekil ilişki sebebiyle yaratılan her yaratık kendini özel ve tekmiş gibi hissetmeye eğilimlidir.
İnsan Allah’ın muradı gereği yaratılmıştır. Allah’ın, kelamını iletmek üzere onlar arasından seçtiği kullarını peygamber olarak bildirmesi ve onların lisanından kelamını tamamlaması da onun rahmeti gereğidir. Peygamberler, yaşadığı zamanlarda, toplumun maddi ve manevi liderlik görevini yerine getirmişlerdir. Yine ilgi çeken bir husus, Peygamberler dünya üzerinden göçerken yerlerine hiçbir vekil ya da elçi bırakmamıştır. Çünkü kendisi vekalet makamında oturanın vekili olmaz. Yani her peygamber yaşamı boyunca kelamı tamamlamış ve ölümüyle birlikte de o kanaldan gelen kelam nihayet bulmuştur.
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) efendimizin ahrete intikali ile Kelam’ın açıkça tebliği” son bulmuş ve kendilerinin son peygamber olmaları sebebiyle de“Nebilik makamı” kapanmıştır.
Allah’ın insanı yaratmaktaki, muradı kendi varlığının ve tekliğinin açıkça bilinmesidir. İnsana Kelamını bildirmekteki muradı ise bu tekliğin insan tarafından idrak edilmesidir. Çünkü Allah, bildirmediğinden sorumlu tutmamakta ve “Ancak Bildirdiğim Kadarını Bilirsiniz” diyerek insana haddini aşmaması gerektiğini hatırlatmaktadır. İnsan daima haddini aşmak eğilimindedir, çünkü Allah, yarattığı insana, irade, güç ve kudretlerinden cüz’i bir kısmını vermiştir. Bu durum, aynen Genel Müdür makamına geçici süreyle vekaleten atanmış kişinin, bu makamdan kaynaklanan gücü ve iradeyi kullanmasına benzer. Vekaleten makamda oturan kişi bir süre sonra vekaletini unutarak gücü ve kudreti kendi varlığından sanabilir. Bu sebeple yaratılan insana hitaben kelamını, peygamberlerin lisanıyla, anlaşılabilir şekilde göndermiştir. Bu kelamdan kasıt öncelikle insanın kendini bilmesi ve diğer insanlarla arasındaki hukukun tayin edilmesidir.
Açıkça görülmektedir ki tüm peygamberlerin görevi, Allah Kelamı’nı tebliğ etmek, hal ve hareketiyle Allah’ın muradındaki örnek insanı göstermektir. Fakat yine her peygamberin ardından seyredilen manzara da hiçbir değişiklik göstermemektedir. Kendi hayatları boyunca büyük bir özenle devam ettirdikleri iddiasız, hoşgörülü, sade ve Allah rızasına uygun yaşamları sanki hiç algılanmamış ve ahrete intikallerinden itibaren huzursuzluklar baş göstermiştir. Bu boşluğu istifade bilen kötü niyetli kişilerce sahte makamlar yaratılmış ve bu makamlar adeta bir peygamber edasıyla işgal edilmiştir. Birbirinden farklı onlarca uygulayıcı olduğunu iddia eden şahıs, onlarca farklı uygulama şekliyle akılları daha çok karıştırmış ve neredeyse hiç birisi diğerini beğenmeksizin yalnızca kendi varlıklarını iddia etmiştir.
Aslına bakarsanız günümüzde de durum bundan hiç de farklı değildir. Hatta aradan geçen zaman nedeniyle durum biraz daha abartılarak sahte peygamberler bile türetilmiştir. Daha akıllı olanlar ise sahte peygamberliklerini açıkça ilan etmeyi akıllıca bulmamış bu yüzden manevi olarak peygamberlerin ruhlarını taşıdıklarını ifade etmeye başlamışlardır. Birinci guruba yani peygamber olduğunu ifade eden gruba deli deyip geçmek mümkündür. Hatta akıl hastanelerinde pek çok örneği olduğundan bu gibiler ciddiye alınmamaktadır. Ancak tehlikeli ve önlem alınması gerekenler ikinci grupta olanlardır ve çok ciddiye alınmaktadırlar.
Bu arada Allah’ın gizli saklı duran, kendisini açığa vurmayan ve hiçbir iddianın sahibi olmayan gerçek Veli kullarının olduğunu ve burada ifade etmeye çalıştıklarımın onlarla hiçbir alakasının bulunmadığını da belirtmek isterim. Onlardan bir tanesini bulmak nasip olsa da ellerinden öpebilsem.
İkinci grup dediğim ve tehlikesinin boyutlarını acizane ifade etmeye çalışacağım sahte mürşitlerin sayısı inanılmaz boyutlardadır. Hepsinin ortak özelliği, insan doğasından gelen zaafları ustaca kullanma yetenekleridir. Her birinin hedef kitlesi kendi kültür ve bilgi seviyesi ile alakalı olup içlerinde aleni cennet satışı yapandan, manevi makamlar dağıtanlara dek pek çok farklı cins bulunmaktadır. Bu gibilerin temel amacı, insanın içindeki zaafı kullanarak sözde huzurlarındaki insanları madden ve manen kullanmak ve sömürmekten başka bir şey değildir. Adeta yaptıklarını bir meslek olarak görmekte ve yaşamlarını bu yolla temin etmektedirler. Allah’ın Veli bir kuluna hizmet etmenin avantajını kullanacağını sanan zavallı acizlerde bu yaşam tarzının para ve imkan kaynağı olarak bu sefillere sözde hizmet etmektedirler. Senaryo üç aşağı beş yukarı hep aynıdır yani kısaca karşılıklı menfaat kullanımı söz konusudur. İstediğini elde etmenin yolunu arayan müridlerle onlardan nemalanan sahte mürşitlerden oluşan bu gruplar sebebiyle adına din denilen şey tüm dünyanın sırtında bir kambur teşkil etmektedir. Doğal olarak bu pis manzarayı seyreden insanlar da adeta din adını duydukları yerden kaçmaktadırlar.
Amacımız bu gibileri deşifre etmek yada bildiklerinden fazlasını biz biliyoruz iddiasında bulunmak falan değildir. Amacımız insanın içinde var olan ve Allah’ın muradı olan inanmak duygusunun bu gibiler tarafından açıkça kullanıldığına dikkat çekmektir. Aslında alan ve veren razı olduktan sonra kimseyi ilgilendirmez ama birde ama sı var bu işin…Şu kadarını söyleyeyim ki dünyanın sırtına vurulan kamburun gerçek sebebi işte bu sahte mürşitler ve onlara kendilerini kaptıran garip insanlardır. Çünkü bunlar karşılıklı olarak menfaatlerini elde etmek arzusunu tatmin ederlerken, din adına türetilen saçmalıklar kulaktan kulağa yayılmakta ve bilgisiz insanlar tarafından ya koşulsuz kabul görmekte ya da din buysa diyerek, dinden nefret ettirilmektedir. Kimsenin Allah’ın muradı olanı çarpıtmaya haddi ve bilinmekliğini engelleme hakkı yoktur. Hele bunu peygamberi ya da ruhaniyetini temsil ettiğini söyleyecek küstahlığa getirerek yapmaya ne denir onu da siz bulun…
Allah’tan, insana geçici bir süreliğine verilmiş bir ruh vardır. Ama buna ille de bir isim takılacaksa Allah’tan demek en uygunu olur. Kur’an bu hükmü yazıyorsa elbette doğrusu da budur. Allah her insanı aynı özelliklerde ve aynı hamurdan meydana getirmiştir. Ve bunu anlamamız için büyük bir nezaketle peygamberlerini araç olarak kullanarak, onlara bile farklı olmadıklarını söylemiştir. Kaldı ki Kur’an ın hiçbir yerinde ruhbaniyetten bahsedilmemekte ve Allah ile insan arasında vasıtasız irtibat kurulması gerekliliği açıkça söylenmektedir. Yoksa, insan Allah’a ulaşmayı ve onu anlamayı bir başkasından rica etmek durumunda kalır ki bu söz konusu olamaz. Evet mürşitler vardı ve hala da var. Mürşit yani irşad eden yani öğreten demektir. Hepsi bu. Verende Allah’tır vermeyende Allah’tır. Ve hiçbir yaratılmışın bunu değiştirebilmek yetkisi yada ayrıcalığı yoktur.
Hele birde mucizeler konusu, kerametler konusu vardır ki o çok daha içler acısı bir durumdur. Elbette makam sahibi olduğunu iddia edenler bunu bir şekilde ispat gayreti içinde olmaktadırlar. Bu gibilere gidenler doğal olarak maddi ya da manevi talep sahibidirler. Bunu gayet iyi bilen sahteciler, zaman içinde kimin ne için geldiğini analiz ederek o beklentiler hakkında konuşmaya başlamakta ve umutlar vermektedirler. Neticesi bir süre sonra dedikleri olursa mucize ya da keramet göstermiş oldukları düşünülmektedir. Olmaz ise de bir bildikleri vardır ve her ne olursa olsun bu işte bir hayır vardır denilir. Elbette her işte bir hayır vardır ama ey insan o hayrı dileyen ve veren sadece Allah’tır.
Toplayacak olursak yüzyıllardır, sahte mürşitlerden ve isteklerini elde etmek ümidiyle bu gibilere kulluk edenlerden dünyamız çok çekmiştir ve çekmeye de devam edecek gibi gözüküyor. Allah yolunda yürümek isteyenlere tavsiyem öncelikle Kur’an a danışmalarıdır. Kur’an öğrenmenin yoludur ibadet ise öğrendiğine iman etmenin yoludur. Öğrendiği ile hareket etmeyenin imanı olmaz. Hali ve sözü bir olmayanın imanı olmaz. İman olmadıkça da insan olamaz.
Sahteyi anlamanın yolu onu mihenk taşına vurmaktır. Mihenk taşı var mıdır bu işler için? Evet vardır, ama bulmak için, insanın önce samimiyetle çıkar ve menfaatlerinden vazgeçmesi gerekir. Aklından bin bir hile ve yalan geçen insanın bu mihenki bulması güçtür. Zaten bu gibilerin yaptığı da rahibe günah çıkartmaktan başka bir şey değildir. Rahibe yakın olmak sanki Allah’a yakın olmayı sağlar inancı zaten islamın red ettiği ruhban sınıfının temelini oluşturur. Edebin ne olduğunu bilmeyen sahte öğreticilerin edebi öğretmesi düşünülemez. Edebin ne olduğunu bilenin asıl işi bu edebi talep sahibine öğretmektir. Ve bunu öğretmek içinde peygamberimizin yaptığının aynını yapar, yani insanın içindeki putları kırarak işe başlar. Bunların en başında da para, mal, makam ve mevki putları vardır. Yani gerçek mürşit müridine bunları vaad etmez. İşi Allah’tır ve derdi salik’in gideceği en güvenli yolu oluşturup onu hedefe salimen ulaştırmaktır. Bunun içinde kendisine şan ve şöhretten uzak bir hayat seçmiştir. Gerçek mürşit asla, benim diye kendini ispat çabası içinde olmaz zira ispat edilmeye çalışılan şey, hakkında şüphe duyulan şeydir. İşi Allah’ın birliğini öğretmek olanın, kendi varlığını ispata uğraşması ve buna delil göstermek için kerametlere sığınması aczinin açık delilidir aslında. Allah bu gibilerin şerrinden cümle yaratılmışı muhafaza etsin inşallah.
İşte bu sebepledir ki aman çok dikkat edin. Bu gibilerin tuzağına düşmek an meselesi. Hele gönlünüzden geçenleri bir düşünürseniz ne kadar kolay olduğunu sizde görecek ve din adına yapılan saçmalıkları ve rezillikleri belki siz de fark edeceksiniz. O zaman siz de Allah’ın kendine vasıtasız muhatap kıldığı insanın kıymetini anlar ve düştüğü durumdan utanırsınız.